AA muhabirine konuşan Ergiçay, Burdur'un Bucak ilçesinde esnaf bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldiğini, tarım ve hayvancılıkla uğraşan anneannesi ve dedesinin yaşadığı köyde büyüdüğünü anlattı.
Ergiçay, şöyle devam etti:
"Çocukluğumda dedem bana bir elma ağacı hediye etti. Bakıp büyüttüğüm o ağaç halen yaşıyor. Ağacın bir dalı benim kitap okuma köşemdi. Okuma yazma bilmiyorken bile elimde bulduğum dergi, kitap gibi malzemeleri dalında okuyordum, okuduğumu düşünüyordum. Yani hayaller kuruyordum aslında. Aynı zamanda dedem diğer ağaçlara ne yapıyor diye bakıyordum. Aynısını ben de kendi ağacıma yapmaya çalışıyordum. Doğayla iç içe büyüdüm, bu yüzden hala o çocuk içimde yaşıyor ve burada öğrencilerime baktığımda da içlerinde bir ağaca, doğaya karşı böyle sevgi büyütmelerini çok istiyorum, buna yönelik çalışmalar yapıyorum."
Sıcak, soğuk demeden her gün 40 dakika bahçe etkinliği
Çocukların doğada deneyimleyerek, keşfederek öğrenmelerinin kazanımlarını daha kalıcı hale getirdiğini ifade eden Ergiçay, doğayla çocukları bu denli bütünleştirebiliyor olmanın kendisini çok mutlu ettiğini, öğrencilerine baktığında kendi çocukluğunu anımsadığını aktardı.
Ergiçay, eğitim ve öğretim sürecinin bir kısmını doğada geçirme fikrinin nasıl ortaya çıktığını şöyle anlattı:
"Bir gün canlılar konusunu işliyordum ve bir öğrencim domatesin ağaçta yetiştiğini düşünüyordu. Çünkü çocuk görmemiş. Ya markette ya pazarda görmüş domatesi, haliyle bilmiyor nerede yetiştiğini. Hayatında hiç tavuk görmemiş öğrencilerim de vardı ve bunu benim aklım almıyordu. Bunları görünce 'Evet Gamze, artık bu konuda bir şeyler yapabilirsin, yapmalısın.' dedim. Domatesin ağaçta yetiştiğini düşünen öğrencimle domates tohumunu diktik, filizlendirdik. Sonra o filizi alıp daha büyük bir alana diktik. Çocuk hasat etti, yedi. Daha sonra tohumluk ayırdık. Tohumlarını ayıkladık. Yani bütün süreci çocuk kendisi yaptı, kendisi deneyimledi. Ben sadece rehberlik yaptım. Havanın sıcak ya da soğuk olmasına bakmadan her gün mutlaka 40 dakika bahçede etkinlikler yapıyoruz. Doğaya çıktıklarında öğretmen olarak sadece çocukların keşfetme sürecine eşlik ediyorum çünkü doğa en büyük öğretmendir."
Her günün son ders saatini kitap okuma etkinliğine ayırdıklarından bahseden Ergiçay, bu etkinlikleri mutlaka bütünleştirilmiş etkinlik olarak yaptıklarını, örneğin yapraklarla ilgili bir kitap okunduğunda mutlaka yapraklarla ilgili bir sanat etkinliği de yaparak konuyu pekiştirdiklerini kaydetti.
Doğanın sınırı yok, çocukların da hayal gücünün sınırı yok
Ergiçay, "Çocuğa verdiğimiz plastik bir araba kaç para olursa olsun, ne kadar pahalı olursa olsun, sadece bir arabadır. Ama çocuğun ormanda kendi bulduğu bir kozalak, onun için yeri geliyor araba oluyor, yeri geliyor telefon oluyor, yeri geliyor uçak oluyor. Yani çocuk bunu değiştirebiliyor. Haliyle ne oluyor? Sosyal, duyusal, bilimsel, psikomotor anlamda yani bütün gelişim alanlarında çocuk gelişmiş oluyor, yaratıcılığını kullanmış oluyor, hayal gücünü kullanıyor. Doğanın sınırı yok, çocukların da hayal gücünün sınırı yok." diye konuştu.
Çocuklara doğa farkındalığı kazandırmanın öğretmenlerin branşlarıyla ilgili olmadığı, öğretmenlerin, içselleştirdikleri değerleri çocuklara aktarmalarının, bilgi aktarmalarından çok daha kolay olduğu değerlendirmesinde bulunan Ergiçay, sözlerini şöyle tamamladı:
"Öğrencilere çevre ve doğa bilincini aşılamak sadece fen ve biyoloji öğretmenlerinin görevi değil. Biz okul öncesi dönemde bu konuyu rahatlıkla yapabiliyoruz çünkü bizim bütün derslerimiz doğayla bütünleştirilebilir şekilde, programımız da çok esnek. Ama örnek vereyim bir matematik öğretmeni sınıfta kesirleri anlatmak yerine doğaya çıkıp, doğadaki bulduğu bir malzemeyi bölerek rahatlıkla konuyu anlatabilir ya da bir Türkçe öğretmeni doğaya çıkıp çocuklara bir ağaca bakarak şiir yazdırabilir."