Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehmet Akif Kireçci, Türkiye-ABD ilişkilerinin dinamiklerini AA Analiz için kaleme aldı.
Eski ABD Başkanı Joe Biden döneminde mesafeli bir yakınlık diyebileceğimiz bir çerçevede ilerleyen Türkiye-ABD ilişkilerini, Donald Trump’ın ikinci başkanlığı döneminde neler bekliyor? İlişkilerde önceki dönemlerden devam eden sorunlar aşılabilecek mi, yoksa yeni sorunlar mı eklenecek? ABD Başkanı Trump ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasındaki kişisel yakınlık yeni döneme nasıl yansıyacak? Orta Doğu ve Avrupa’daki gerilimler, ABD’nin Asya’ya yönelik yeni politikaları iki ülkeyi daha yakın işbirliğine teşvik ederken jeopolitik tercihlerdeki farklılıklar ve ABD güvenlik bürokrasisi bu gerekliliğe uyum sağlayabilecek mi?
Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni açılım
Türk-Amerikan ilişkileri tarihsel seyri içerisinde genelde iki temel parametre üzerinde şekilleniyor. Bunlardan birincisi Türkiye’nin NATO üyeliği ve bu üyeliğin getirdiği yükümlülükler çerçevesinde Avrupa güvenliğine yapması beklenen katkılar. İkincisi ise özellikle 1948’den sonra İsrail ile olan ilişkiler başka bir deyişle Türkiye’nin İsrail’in güvenliğine de katkı vermesi. ABD tarafının ilişkilere bakışının bu minvalde şekillendiği artık her dönem iktidarlarının malumu. Bir de politika yapım sürecinde bu parametreleri en çok etkileyen ABD’nin kendi iç politika dinamikleri var, daha net bir ifadeyle lobiler var. Türkiye’nin her yıl gündeme gelen Ermeni iddiaları sırasında görüp sonra peşini bıraktığı Ermeni lobisi, pek görünmeyen ama gayet etkin Yunan lobisi ve şimdilerde bir de FETÖ lobisi Kongre’de Türkiye aleyhine kararlar aldırabilecek potansiyele sahipler.
Türkiye’nin daha önce Ermeni iddialarına karşı ve silah yardımları konusunda destek aldığı ama sonra özellikle “one minute” çıkışından sonra ters düştüğü İsrail lobisi ise hem Doğu Akdeniz denkleminde hem de CAATSA yaptırımları ve Türkiye’nin F-35 üretim sürecinden dışlanmasında etkin rol oynamıştı. Aynı lobi ABD’nin, İsrail’in Gazze’deki yıkımına hem silah hem sınırsız moral destek vermesini sağlıyor. Görünen o ki, ikinci Trump döneminde ABD, İsrail’in hem Filistin topraklarına hem de çevresindeki komşu ülkelere yönelik saldırgan ve genişlemeci tavrını frenlemeye cesaret edemeyecek.
Bu yüklü arka plana rağmen Türk-Amerikan ilişkileri yeni bir açılımın eşiğinde görünüyor. Bu açılım beklentisini sadece Trump ve Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki kişisel yakınlığa bağlamak yeterli olmayacaktır. Hem küresel jeopolitik denklemlerdeki kaymalar, Avrupa’daki güvenlik sorunları hem de yeni ABD yönetiminin Çin’e yönelik tutumu Türkiye’yi Avrasya ve Orta Doğu jeopolitiğinde güvenilir bir ortak olarak öne çıkarmaktadır. Bu fırsat penceresinin kalıcı ve tutarlı işbirliklerine dönüşmesi kuşkusuz her iki ülkenin iradesine bağlıdır.
Trump ve Erdoğan’ın 16 Mart’ta gerçekleşen telefon görüşmesinin ardından Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ABD’ye gitmesi muhtemel bir ziyaret öncesi hazırlık olarak değerlendirilebilir. Trump’ın Orta Doğu temsilcisi Steve Witkoff’un Trump-Erdoğan görüşmesi için “dönüştürücü” ifadesini kullanması ve hazırlık sürecine diğer bakanlıkların da dahil olmasıyla birlikte görüşme öncesi kapsamlı bir hazırlığın yapıldığı anlaşılıyor.
Muhtemel bir Erdoğan-Trump görüşmesinde masaya gelecek konular arasında hiç kuşkusuz öncelikle Suriye’nin istikrara kavuşturulması süreci bulunuyor. Esed rejiminin 14 yıl yıkıcı bir iç savaştan sonra çökmesi, geçiş sürecinde Türkiye’nin yapıcı ve istikrar sağlayıcı rolünü vazgeçilmez kılıyor. Suriye’nin yeniden istikrara kavuşabilmesi yönetimdeki aktörlerin makul çizgide kalması, kapsayıcı politikalar üretebilmesi, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan gibi Suriye'de söz sahibi olmak isteyen Körfez ülkelerinin tutumuna ve en çok da İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırılarından vazgeçmesine bağlıdır. Bu konuda Türkiye, ABD’den istikrar ve kalıcı barış çabalarına destek isteyecektir. İç savaşla yıkılmış kasası boş bir ülkenin inşası için gerekli olan mali destekler için ABD’nin teşvikleri önemli katkılar sunacaktır.
Öte yandan, ABD’nin Avrupa Birliği'ne (AB) yönelik dışlayıcı tutumu, eğer ABD NATO’dan çekilirse Avrupa güvenliğinin geleceği nasıl şekillenecek sorusunu da gündeme getirmektedir. Türkiye’nin son yıllarda savunma teknolojilerinde sağladığı ivme NATO’daki güvenlik sağlayıcı rolünü öne çıkarmakta ve işbirliği potansiyelini Avrupa kıtasına taşımaktadır.
Bu çerçevede yeni dönemde Türkiye’nin F-35 programına geri dönmesi, ücretlerini ödediği ve ilaveten talep ettiği uçakları alabilmesi, CAATSA yaptırımlarının kaldırılması konuşulacak önemli dosyalar arasında yer almaktadır. Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üyelik süreçlerinde söz verilen F-16 uçakların alım süreçlerinin de daha fazla uzamadan sonuçlandırılması beklenmektedir.
Ani kırılmalar üretebilecek hususlar
Masadaki bir başka önemli konu ABD’nin bir taraftan PYD’ye bir taraftan Yunanistan’a silah sağlaması meselesidir. Öncelikle terör örgütü PKK’nın Suriye koluna silah ve istihbarat desteği ne NATO müttefiklik ruhuna hitap etmekte ne de ikili ilişkilere katkı sunmaktadır. Suriye ve Irak’ın istikrarsızlığından en çok etkilenen Türkiye'nin, bölgede DEAŞ gibi diğer terör örgütleriyle de etkin bir mücadele sicili varken, ABD’nin PYD ile başka bir terör örgütünü dengeleme stratejisi bölgeyi istikrarsızlaştırıcı bir politikadır.
İki ülke arasındaki farklı stratejik çıkarları uyumlandırmanın en önemli yollarından birisi ikili ticari ilişkileri genişletmekte yatıyor. Türkiye’den ihraçlara uygulanacak yüzde 10’luk gümrük vergisi diğer ülkelere kıyasla daha avantajlı bir oran sunmaktadır. Enerji, tekstil, demir çelik, gıda ve yüksek teknoloji ürünlerinde ikili ticaret hacmini yükseltmek ve Trump’ın ilk döneminde ifade edilen 100 milyar dolarlık ticaret hedefini tazelemek iki tarafın da eğilimi olacaktır.
Yeni süreçte her iki ülkenin de bölgesel istikrarı sağlamaya odaklanmaları beklenirken, ABD’nin önceliği İran’ın nükleer silah edinmesini önlemek, Türkiye’nin önceliği ise İsrail saldırganlığının sınırlandırılması olarak öne çıkacaktır. Gazze’deki katliamın devam etmesi veya İsrail’in Suriye içindeki istikrar bozucu saldırıları ABD-Türkiye ilişkilerinde ani kırılmalar üretebilir.
Etrafındaki ülkelerin birçoğunun merkezi otoriteleri ya dağılmış ya da hasar almış bir coğrafyada Türkiye düzensiz göçün önlenmesinden enerji ve ticaret koridorlarının güvenliğinin sağlanmasına kadar bir dizi konuda bölgesinde güvenlik ve istikrar üretmektedir. Trump yönetiminin Türkiye’nin bu kritik rolünü güçlendirmesi ortak menfaatlere katkı verecektir.
Sonuç olarak, Trump ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki pozitif kişisel dinamikler ABD ve Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerin sorunsuz gideceği anlamına gelmemektedir. Örneğin Dışişleri Bakanları Fidan–Rubio görüşmesinin hemen ardından ABD’de doktora yapan Fullbrigt bursiyeri Türk öğrenci Rümeysa Öztürk’ün mesnetsiz ve tuhaf bir şekilde tutuklanması gibi sorunlar lobilerin ikili ilişkilere verebileceği hasarın örneklerindendir.
İki lider arasındaki anlayış birliğinin bölge istikrarına ve ortak menfaatlere katkı verecek şekilde yönlendirilmesi jeopolitik belirsizlikler sürecinde ikili ilişkilerin ilerlemesini sağlayacaktır.
[Prof. Dr. Mehmet Akif Kireçci, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanıdır.]
* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.