Medyada yaptığı uyarılar, bilimsel öneriler ile sıkça gündeme gelen, kamuoyu oluşturam Erol Kesici, 2025 yılında da kuraklık tehlikesinin en büyük sorunlardan biri olacağını vurgulamaya devam ediyor.
Geçtiğimiz senelerde de yaptığı açıklamalarla haberlere konu olan,
Yeni Gün'e makaleler yazan Erol Kesici, 'Dünya Sulak Alanlar Günü' dolayısıyla özel bir çalışma hazırladı.
Sulak Alanların, giderek "Susuz Alanlar" Günü'ne dönüştüğü benzetmesinde bulunan Kesici, yine çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.
Su krizi artık hayatımızın en önemli bir parçası. Temiz ve içilebilir suya erişim temel yaşam hakkı olmasına rağmen Dünya’da 1,2 milyar insan yani her insandan 4’e 1’i suya erişemiyor. 2050′ ye kadar her 4 kişiden en az 1’i, kronik veya tekrarlayan tatlı su kıtlığından etkilenen bir ülkede yaşayacak. 2,8 milyar insan temel temizlik hizmetlerinden yoksun yaşıyor. Son veriler gösteriyor ki; harekete geçilmediği takdirde yoksul ve gelişmekte olan ülkelerdeki 500 milyon insanın daha yaşamının ciddi tehdit altında olacağını gösterdiği” bildirilmektedir.
Neden 2 Şubat Dünya Sulak Alanlar Günü?
Her yılın Şubat ayının ikinci günü “Dünya Sulak Alanlar Günü” olarak ülkemiz dahil olmak üzere Ramsar Sözleşmesine üye 170 ülke tarafından değişik temalarla ve çeşitli etkinliklerle kutlanmakta….
Sulak Alanlarımız Çok Ciddi Sorunlar Yaşamakta!
Ülkemizde, koruma altına alınan 59'u Ulusal Önemi Haiz Sulak Alan, 58'i ise Mahalli Önemi Haiz Sulak Alan, 14 Ramsar Alanlarıyla birlikte olmak üzere toplam 1 milyon 186 bin 466 hektar büyüklüğünde 131 adet sulak alana sahiptir!
Sulak alanların korunması amacıyla 1971’de İran’ın Ramsar kentinde imzaya açılan Ramsar Sözleşmesi’ne Türkiye, 1994’te imza attı. Türkiye bugüne kadar Sultan Sazlığı, Seyfe Gölü, Burdur Gölü, Manyas (Kuş) Gölü, Göksu Deltası, Akyatan Lagünü, Kızılırmak Deltası, Uluabat Gölü, Gediz Deltası, Yumurtalık Lagünü, Meke Gölü, Kızören Obruğu, Kuyucuk Gölü ve Nemrut Kalderası olmak üzer 14 Ramsar Alanı ilan ederek sözleşme kapsamında sınırları dahilindeki tüm sulak alanlarını akılcı kullanmayı- korumayı kabul etmiş durumda. Ancak hatalı su yönetimi-alan işgalleri- popülizm ve insan baskısı yüzünden, Uluslararası öneme sahip ve korunması söz verilen 14’ü RAMSAR Sözleşmesi kapsamında koruma altına alınan sulak alanların neredeyse yarısını kaybetti.
Seyfe, Kuyucuk ve Meke gölleri tamamen kurudu. Sultansazlığı’nın çok büyük kısmı kurudu. Manyas, Burdur ve Uluabat gölleri, Göksu, Kızılırmak ve Gediz deltaları, Akyatan ve Yumurtalık lagünleri aşırı oranda kuruma, kirlilik ve biyo- lojik çeşitlilikte azalma (tür çeşit ve miktarı) sorunları yaşıyor. Kızören Obruğu da aşırı oranda su çekilmesiyle artan kuruma ve yer altı su kaynaklarının tarımsal amaçlı çekilmesi nedeniyle çevresinde yeni obruklar oluştu. Bunlar içerisinde en iyi durumda olanı Nemrut Kalderası. Ancak burada da su seviyesinde azalma var ve insan ziyaretleri sınırlandırılmalıdır.
Sulak alanların büyük bir kısmının yönetim planları belirlenmişse de ! Bugün çok sayıda sulak alanımız gen varlığını, su kalite ve miktarını ve de biyolojik çeşitliliğini kaybetmiş olup kurumuştur. Bunun nedeni yağmurun yağmaması – “iklim krizi” değildir. Yıllardır artan nüfusa, gıda talebine rağmen, atık suların yönetimindeki yetersizlik, her yıl çok ciddi açıklar veren su kaynaklarının hidrolojik bütçesini görmezden gelmek, tarımsal sulamadaki sorunlar, yeni su kaynakları geliştirmemek ( atık su- grisu- yağmur hasadı, alt yapı ) ve yıllardır yağmurun yağmasını beklemek ve su yönetimindeki başarısızlıklar bugüne gelişin nedenleridir.
Akdeniz Bölgesinin De Sulak Alanları Her Geçen Gün Azalmakta!
Türkiye’nin önemli su rezervlerini barındıran Akdeniz Bölgesi’nde Antalya, Isparta ve Burdur’da (Göller yöresinde) toplam 155 bin 305 hektarlık sulak alan bulunuyor. Burdur’da yedi, Isparta’da beş, Antalya’da ise dört sulak alan bulunuyor. Ancak son yıllarda hızla artan tarımsal sulama, çok sayıda sondaj kuyularının açılmasıyla , bu alanları besleyen yeraltı sularının büyük oranda kuruması, madencilik, enerji ve turizm yatırımlarının baskısı ve hatalı tarım uygulamaları ve kirlilik bölgenin sulak alanlarının önemli bölümünün yok olmasına neden oldu. Dünyanın en önemli antik kentlerinin varlık nedeni olan su kaynaklarının hoyratça kullanımına tanıklık eden Antalya’da, yakın zamana kadar sulak alan olan Yamansaz, Boğazkent ve Aksu deltası gibi alanlar Antalya’nın yitirdiği önemli doğa mirasları arasında yer almaktadır.
Sulak Alanların Önemi
Milyonlarca yıllık doğal süreçler sonucu yaşamı sağlayan ortamlar olarak oluşan sulak alanlar; zengin bitki ve hayvan türleri( biyoçeşitlilik) ile yoğun organizma koleksiyonuna sahip yeryüzünün en önemli yaşam alanı, laboratuvarı, müzesi ve genetik rezervuarlarıdır.
Sulak alanlar canlıların yaşantısı için olmazsa olmazıdır. Sağlık, ekonomik, kültürel, bilimsel ve reaktif değeri olan yeryüzünün en zengin ve en üretken ekosistemleri – mekanlarıdır. Dolayısıyla insanlar canlılarla sulak alanlarla iç içedir. Bulundukları bölgenin su rejimini dengelemede işlev ve katkılar sağlayan sulak alanalar içtiğimiz, tarımda, endüstride kullandığımız suyun tek doğal, masrafsız fabrikalarıdır ve bulundukları yörenin iklimini de düzenlerler, iyi yönetilirlerse bolluk bereket, iyi yönetilmezse hastalık ve felaket getirirler! Çağlar boyunca bir çok medeniyete, kültüre ev sahipliği yapan, çok yüksek ekonomik ve ekolojik değere sahip olan, sulak alanlar; bölgenin su üretim ve su rejimini düzenlemekle iklimin kararlığını sağlarlar. Ayrıca, taşkın-sel kontrolünü, tarım ve su ürünleri, hayvancılık, saz-kamış üretimi, turba özelliğindeki toprakların üretimi-taşınımı, sağlık, gezinti yerleri, yeşil alanlar, dinlenme alanlarını üretirler.
İklim mi Sulak Alanları Korur, Sulak Alanlar mı İklimi Korur? İklim değişimi mi sulak alanları kuruttu, sulak alanların giderek kuruması mı iklimi değiştirdi?
Nemin (Su Buharının) Asıl Kaynağı Nedir?
Nem (su buharı) iklimi oluşturan en önemli etkendir. Su buharının asıl kaynağı sudur. Her ne kadar atmosferde her zaman bir miktar su buharı bulunsa da, nemin asıl kaynağı yeryüzündeki sulardır. Yeryüzündeki suların kaynaklarının en önemlilerinden biri su rezervlerimiz olan sulak alanlarımızdır. Buradaki suların buharlaşması sonucu ise su buharı atmosfere karışmaktadır. Atmosferdeki nem; su buharı, sis veya bulut olarak ve en son aşamada da yer yüzeyine yağış olarak dönmektedir. Hava, bulundurabileceğinden fazla nem içerirse bu miktar, katı ve sıvı tanecikler şeklinde yoğuşur.
İklim Değişikliği Nedir?
İklimi belirleyen ana koşul nemdir. Bilindiği gibi yeryüzünde su; sulak alanlarda (deniz, göl ve okyanus gibi farklı büyüklükteki su kaynaklarında) yeraltında, kutuplarda bulunmaktadır. Hidrolojik döngü, gerçekte yeryüzünde bulunan suyun faz ve yer değiştirmesidir. Havanın nem bakımından doymasına bağlı olarak nem yeryüzüne katı veya sıvı halde düşerek yağışları şekillendirmektedir. İklim değişikliği atmosferdeki su buharı seviyelerini arttırıyor ve su bulunabilirliğini daha az öngörülebilir hale getiriyor. Bu kimi yerlerde daha yoğun yağmur fırtınalarına, kimi yerlerde ise, özellikle yaz ayları sırasında çok şiddetli kuraklıklara sebep olabilmektedir.
Kuraklığının asıl nedenini İklim Krizi değildir!
Su kaynaklarımızın giderek kuruması, iklimin değişimini “ İklim Krizine” bağlamak, işin kolayına kaçmak olduğu gibi gerçek sorunu ve bilimi görmezden gelmek olacaktır. Yağışların suya bağlı olduğunu, nem azlığının kararsız iklime yol açtığı ve dolayısıyla yağış azlığı nedeniyle sulak alanların da etkilendiği bilinmektedir. Burada yer kürede suyun azalmasına neden olan faktörlerin başında tarımda su kullanımı ve azalan kaynakların iyi yönetilememesi öne çıkmaktadır. İklimi değiştiren kuraklıktır. Ülkemizdeki kuraklığın temel nedeni, su kaynaklarının neredeyse % 80’i çeşitli yöntemlerle su bilançosu göz ardı edilerek çekilmektedir. Sular çekildikçe buharlaşma- kuruma daha hızlı artmaktadır. Vejetasyon (bitki örtüsü) kayıpları su buharının tutulmasını artırdığından kuruma da artmakta, hava, toprak nemsiz kalmakta, suya olan talep giderek artmaktadır. Burada “domino etkisi” oluşmaktadır. Yani suyun iyi yönetilememesi, su alanlarında kayıpların giderek artması (neredeyse son yıllarda 2 Marmara Denizi kadar su yüzey alanımızın kuruması/kurutulması), iklimin değişmesine neden olmaktadır bu olay bir nevi zincirleme reaksiyonlarla sulak alanlarımızın- yeraltı sularının beslenememesine neden olmaktadır.
Küresel Isınmanın Etkisi! Sera Etkisi- Sazlık Alanlar-Resifler
Küresel ısınmaya, atmosferde artan sera gazlarının neden olduğu belirtilmektedir. Fosil yakıt kullanımı, çok yararlı olan karbon miktarının insan etkisiyle anormal oranda artışıyla oluşan “sera etkisiyle” Güneş’ten gelen radyasyonun bir yandan dış uzaya yansımasını önleyerek ve diğer yandan da bu radyasyondaki ısıyı soğurarak yerkürenin fazlaca ısınmasına yol açtığı bildirilmektedir.
Sulak alanlarımızda yer alan kamışlık sazlık alanlarla ve resiflerle, doğanın dengesinin bir parçası olan ve büyük önem arz eden fakat, fazla miktarla salınan karbonun oluşturduğu sera gazı artışıyla, iklim değişikliğinde etkili olan karbonun neredeyse % 42’sinin sulak alanlarda depolandığını unutmamız gerekir. Sulak alanlarda aşırı su kullanmakla- biyolojik çeşitliliğini koruyamadığımızda, iklim değişimlerine neden olan sera etkisi oluşturulmaktadır. Sulak alanlar kurudukça- işlevlerini kaybettikçe karbonu depolamayı bırakın, bünyelerindeki karbondioksitin salınmasıyla iki katı ters etki yapmaktadırlar.
Sulak Alanların Yıllık Su Bütçeleri Korunmadıkça , 365 Gün Yağışta Olsa ,Ülkemiz Kuraklığı Yaşayacaktır!
Ülkemizde 60 yıldır uygulan su-tarım kullanımı ve yönetimi günün bilimsel koşullarına göre düzenlenip yönetilmedikçe( su kaynaklarının bütçesi- bilançosu korunmadıkça) “365 gün yağış da olsa”, 2025 yılı ve sonrasında ülkemizde kuraklık ve kuraklığa bağlı; üretim, ürün kaybı, suya ulaşım sorunları ve rahatsızlıklar ve de orman yangınları yine gündemimiz olacaktır. Sınırsız olmayan su kaynaklarımızın korunması yağmuru beklemekle çözümlenemez. Su sorunu artıkça göllerimiz de iklimimiz de daha çok kuruyacaktır. Su kullanımında tarımda bilimsel tarım uygulamalarına geçmek zorundayız. Öncelikle su kaynaklarımıza ve iklime göre tarımımızı, kentlerimizi, sanayimizi düzenlemek gerekmektedir. Unutmayalım ki, doğa, yaşam, su iyi yönetilirse sağlık, bolluk, bereket, iyi yönetilmezse; yaşanan kuraklık, salgın, kıtlık ve savaşa neden olur.
2 Şubat; Sulak Alanlar İçin Artık Kutlama Değil, Anma- Çözüm Günü Olmalıdır!
Sulak alanlar yaşamını sürdüren biyolojik çeşitliliği, ekosistemiyle ve su seviye ve de kalitesiyle birlikte korunup kullanılmalıdır. Sulak alanlarımızdaki kurumalar, su seviyesi ve yaşam alan kayıpları, sularının daha çok ısınmasına ve asitleşmesine neden olmaktadır. Önlem alınmadığı zaman, sulak alanların “felaketi” yaşamasına neden olunacaktır!
Suyumuza göre tarımsal üretime geçmemiz planlanmalı. Enerji verimliliği sağlanarak, bilinçli kullanımla tüketim en aza indirilmeli. Enerji elde etmede doğal su kaynaklarımızın susuz kalması engellenmeli. Atmosferdeki karbondioksit oranının artmasındaki ana sorumlu kömür gibi fosil yakıtlar yerine yenilenebilir enerji kaynakları sağlanmalı. Arazi kullanımında ormansızlaşma ve sulak alanların kurutulmasına engel olunmalı. Sulak alanların su yatakları ve kanalları doğal haliyle bırakılmalıdır. İklim değişikliği gezegenimizdeki yaşamı tehdit eden en büyük tehlikelerden biridir.
Ulusal, yerel ve bireysel olarak sera gazı emisyonlarını azaltmak için gereksiz her türlü tüketimden kaçınılmalı. Karbon fiyatlandırması uygulanmalı. Suni gübre kullanılmamalı. Dünyadaki bütün çocuklara, iklim felaketi olmadan yaşamaları için sera gazlarının nasıl önlenebileceğine ilişkin bilgi ve sorumluluk verilmeli. Doğal göllerin envanterleri çıkarılmalı, su bütçesi ve su kalitesi tespit edilmeli ve sulak alanların korunması için bilimsel restorasyona bir an önce başlanmalı.” önlenebileceğine ilişkin bilgi ve sorumluluk verilmeli. Doğal göllerin envanterleri çıkarılmalı, su bütçesi ve su kalitesi tespit edilmeli ve sulak alanların korunması için bilimsel restorasyona bir an önce başlanmalıdır.
Dünya nüfusunun neredeyse yarısının su stresi- kıtlığı yaşayacağı bir dünyadayız. Yaşananların nedeni doğal değildir, doğa olayı değildir. Artan , nüfus ,endüstrileşen tarım, yaşam alanlarının giderek azaltılması, fosil yakıtlar vd. iklim krize neden olan insan kaynaklı olaylar sonucudur. O nedenle “ne yapalım Küresel Isıma, İklim Krizi var” deyip neden olduğumuz sorununa sahip çıkar, bilinen bilimsel yöntemlere ve alınacak önlemler , su kaynaklarının iyileştirilesine başlamamız ve yağmurun yağmasını beklemememiz gerekir. Dünyanın geleceği ve kendi geleceğimiz için su kıtlığı konusunda, “sudan ucuz değimiz suyu” korumak, su kıtlığının nedenlerini, oluşturacağı etki ve sonuçları konularına önem vermeli, su kıtlığındaki payımızı azaltmak için toplumsal ve bireysel önlemlerin alınması ve daha çok kişinin farkındalık kazanmasına, destek olmak zorundayız. Gün kutlama değil, kriz yönetimin oluşturularak, önlem alma günüdür. Susuz yaşamamız mümkün değildir!
Burdur Gölü’nün Ramsar Alanı Olma Özelliği Yok Olmakta!
1971 yılında İran’ın Ramsar Kenti’nde uluslararası anlaşma özelliği taşıyan ve sulak alanların korunması bakımından uluslararası işbirliği için temel teşkil eden “Dünya Çapında Önemli Sulak Alanlar Sözleşmesidir. Sözleşme ilk Ramsar’da imzalandığı için bu isimle anılmaktadır. Ülkemiz ise; sözleşmeyi 1994 yılında imzalayarak taraf olmuştur. Sözleşme 94/5434 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla 17.05.1994 tarihi ve 21937 sayılı Resmi Gaz. yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Ülkemizdeki sulak alanların 14 tanesi Ramsar alanı olarak tescillenmiştir.
Burdur Gölü’nün belirli bir kısmı; Türkiye sınırları içerisinde Ramsar Alanı olma şartlarını karşılayan ve 13 Temmuz 1994 yılında ülkemizin ilk beş Ramsar Alanı ilan edilen sulak alanlarındandır. Daha sonraki yıllarda 9 sulak alanımız Ramsar Alanı ilan edilerek uluslararası öneme sahip olan Ramsar Alan sayısı 14 çıkmıştır.
Neden Burdur Gölü?
Burdur Gölü’nün, Biyolojik Çeşitliliğin Korunması için önemli ve ayırt edici özelliğe sahip, bulunduğu alanda temsilci nitelikte olan, az bulunan veya benzersiz olan sulak alan türleri için belirlenmiş kriterlerin mevcut olmasıdır. Gölde 85 kuş türünün varlığı ve her yıl sonbahar ve kış dönemlerinde 100.000’in üzerinde su kuşunu barındırması, kuş varlığı yönünden Türkiye’nin en önemli sulak alanlarındandır. Göl; göçle gelen, konaklayan, bu ortamda yaşayan kuşların ‘Ornitoloji Turizmi’ kapsamında, göç yolu özelliğine sahip, kuş gözlemciliğine son derece elverişli bir konuma sahip olma özelliği taşıması ve su kuşlarına üreme, beslenme, kışlama ve konaklama olanağı sağlamaktadır. Ayrıca Burdur Gölü; 1998'de 1. Derece Doğal Sit Alanı ve 2006'da Yaban Hayatı Geliştirme Sahası ilan edilmiştir. Ama! Korunamamıştır!
Burdur’da Yaşanan Kuraklığın Nedeni, Doğadan Değil, İnsandan Kaynaklanmaktadır!
Burdur Gölü'nde su kotunun en yüksek olduğu seviye 1970 yılı Mayıs ayında 857,62 metre olarak ölçülmüştür. Bu tarihten itibaren su seviyesinde önemli düşüşler gözlenen Burdur Gölü'nde, 2024 Şubat ayında yapılan ölçümle su kotu 837,33 m. kotuna inerek 20,29 m. azaldığı bildirilmektedir. 2025 yılında ise su seviyesindeki azalma ortalama 25 m üzerindedir. Gölün 50 yıl önceki göl hacminden yaklaşık 4.3 milyon ton kadar su kaybı olduğu tahmin edilmektedir.
Gölde kuruma önümüzdeki yıllarda da artarak sürecektir. Tüm uyarılara rağmen havzada gölü besleyen dere ve çayların önüne çok sayıda gölet- baraj, yapımı ve de havzada yasal olan olmayan ve son yıllarda sayıları denetimsiz bir şekilde artan, Burdur Gölü havzasındaki göllerin yeraltından da beslenmesini engel olan sondaj kuyu açımlarının sürmesi ve çevresindeki ekosistem kayıpları aile, ticarethane, ülke bütçesi gibi korunması gereken su bütçesinin korunamamasının sonucunda su kaynakları kurumaktadır.
Bizler Yıllarca; Uyardık, Doğa Da; Yıllarca Havzada Alarm Verdi!
Havzada ve sulak alanların kurumasıyla yaşanan ve bunun göstergesi olan kuraklık, doğa olayı değildir. Su kaynaklarınız ve ekosistem korunmuşsa suyunuz, neminiz, yağışınız olur. Suyunuz varsa yağışınız vardır. Yaşanan kuraklıkta doğanın hiçbir suçu yoktur. Havzada bizler 35 yılı aşkın süredir uyarmaktayız göllerimiz, su kaynaklarımız giderek kurumakta, bilinen bilimsel önlemler alınmalıdır diye. Doğa sürekli ALARM verdi. Ama suyu yöneten ve kullananlar ne bilim insanlarını ne de doğanın uyarılarını dinlediler. Adeta ekokırıma uğrayan, göl suyunda artan kirlilik ve tuzluluk oranı nedeniyle, gölün “süsü” olan dikkuyruklar artık burayı tercih etmemekteler, kıyı işgalleri, taş ocaklarında “sınır tanımamak”, insan baskısı, artan göl tozları yaşamın her alanını tehdit etmesi vd. olumsuzluklar nedeniyle Burdur Gölü’nde Ramsar Alanı olma özellikleri giderek kaybedilmektedir. Gölü besleyen derelerin, çayların önüne hala gölet yapıyorlar. Gölü besleyen kaynakların üzerine gölet yapmak Burdur Gölü’nü yok eder. İsterseniz 365 gün yağmur yağsın, kuraklığı, su kaynaklarının kayıplarını önlemek mümkün değildir. Gölü besleyen kaynaklara müdahale edilmesi alışkanlığından vazgeçilmelidir.
Göl Kıyılarındaki Kirlilik; Çölleşme; Her Şeyi Olumsuz Etkilemekte!
Yıllardır gölün kurumasına seyirci kalınması sonucu gölün kıyı kesimlerindeki suyun kuruduğu alanlarda kum, tuz ve tuz kristalleri ortaya çıkmaktadır. Kıyılar adeta “beyaz çöle” dönmekte. Buharlaşmanın artması, yazın nemin giderek azalması “beyaz çöl tozlarının” havzada rüzgarların etkisiyle göl havzasındaki insanların diğer canlı, turizm ve de tarımı çok ciddi oranda etkilemektedir. Çok tehlikeli olan ağır metal içerdiği belirtilen bu beyaz toz fırtınası. Bu yaşamı, sağlığı adeta tehdit etmektedir.
Burdur Gölü yıllardır alg patlamaları, kuruma, kirlilikle birlikte değişen rengi ve çevreye yayılan rahatsız edici kokularla gündeme geliyor Geçtiğimiz yıllarda, dönemsel olan alg patlamaları(aşırı alg artışı) gölde neredeyse her dönem görülmeye başladı. Bunun nedeni, zamanında “sorun yok, bu bir doğa olayıdır” diye geçiştirilen sorunla ilgili gerekli önlem alınmamasının sonuçlarıdır. Kirlilik ve alglerin kalıcılığı(temizlenmemesi) ; alg patlamalarını artırmakta, süreklilik kazandırmakta! Burdur Gölü çok önemli habitat ve ekosistemi barındıran, insan faaliyetlerinin plansız ve korumasız davranışları sonucu, bozulma ve tahrip olma riski çok yüksek olan ve de gelecek nesillere taşınması için de, mutlaka korunması gereken HASSAS alanlardır. Fakat yıllarca gölün havzanın kirlilik baskısının altında olması ve aşırı alg çoğalmasının oluşturan koşulların göl çevresinde ve gölün içerisindeki dip çamurunun, türlü inorganik ve organik maddeler bulunan, genellikle kil ve koyu, yapışkan balçık haline dönüşmesi ve suda kalıcılığı olması göl kıyı kesimlerinde peltemsi yapıya, göl suyunun da renginin değişmesine ve yüzeye vurmasına neden olmaktadır.
Suya- Doğaya Karşı Davranışlarımızı Değiştirmemiz Gerekir!
Sulak alanların büyük bir kısmının yönetim planları belirlenmişse de ! Bu gün çok sayıda sulak alanımız gen varlığını, su kalite ve miktarını ve de biyolojik çeşitliliğini kaybetmiş olup kurumuştur. Bunun nedeni yağmurun yağmaması – “iklim krizi” değildir. Yıllardır artan nüfusa, gıda talebine rağmen, atık suların yönetimindeki yetersizlik, her yıl çok ciddi açıklar veren su kaynaklarının hidrolojik bütçesini görmezden gelmek, tarımsal sulamadaki sorunlar, yeni su kaynakları geliştirmemek ( atık su- grisu- yağmur hasadı, alt yapı ) ve yıllardır yağmurun yağmasını beklemek ve su yönetimindeki başarısızlıklar bugüne gelişin nedenleridir. Bunu yıllardır her ortamda ve bakanlık su kurulu üyeliğimde hep dile getirdim, bu günlere gelişin nedeni insan davranışlarının sonucudur. Artık insanlar bu suları kullanırken daha çok düşünmesi ve koruması gerekir. Hepimizin doğaya, suya bakışımızı, davranışlarımızı mutlaka değiştirmek zorundayız. Yoksa susuz alanlarımız giderek artacak, sonuçta, istenilen iklime, suya, gıdaya, huzura ulaşmamız giderek zorlaşacaktır. Suya ulaşma ve suyun sürdürülebilirlik sorunu öncelikli olarak çevresel anlamda sorunlar yaratsa da aslında sosyal ve ekonomik açılarda da yadsınamaz derecede önemli ve öncelikli sorunumuz haline geldi. Sulak alanlar doğuşun, hayatın kaynağıdır. Susuz yaşanmaz!