Editör: TE Bilisim
BAĞIMSIZLIK DESTANI İSTİKLÂL MARŞI
İstiklâl Marşımızın, Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nde (TBMM) kabulünün
102'inci yıl dönümünü kutluyoruz. Peki; nasıl
ortaya çıkmıştır, hangi duygularla ve manası
nedir; neden marş denmiştir? İstiklal Marşı’nını yazılış öyküsü
Fransızların Zafer Marşı var da,
neden bizim gibi bir milletin, yedi iklime
karşı savaşarak zafer kazanan bir milletin
niye marşı yok? denildi ve bu duygularla
TBMM, bir yarışma açtı. Yarışmaya herkes
katılabilirdi ki zaten teşvik için de 500 Lira
ödül konuldu; ödül gerçekten güzeldi o
zaman için..
Yıllardan 1921, Şanlı yurdumuzun,
kahraman ordumuzun, şanlı bayrağımız için
bir milli marş yazılması zorunluluk haline
gelmişti ve bu sebeple de Milli Eğitim
Bakanlığı nezdinde Milli Marş için bir
yarışma düzenlenmesine karar verilmişti. Bu
yarışma sonucunda da bir para ödülü verileceği her tarafta duyurulmuştu.
Mehmet Akif yarışmaya
katılma kararı alıyor
Yarışmaya yurdumuzun pek çok
yerinden duygu yüklü mısraların olduğu
şiirler gelmeye başlamıştı ancak Mehmet
Akif bu yarışmaya katılmamıştı. Bu durum
Mehmet Akif’e sorulduğunda “Milli Marş kesinlikle para ile
yazılmaz” cevabı alınmıştı. Bunun üzerine dostları arkadaşları bu
yarışmaya katılmasını eğer kazanırsa bu yarışmadan kazanacağı
parayı bir yerlere bağışlamasını salık verdiler ve bu şekilde
Mehmet Akif yarışmaya katılmayı kabul etti.
Mehmet Akif İstiklal Marşını yazmaya başladığında öylesine
manevi duygular içerisine girmişti ki bazı geceler dizeler aniden
yatakta yatarken ortaya çıkar ve Mehmet Akif’te bunları kalem ile
yerlere yazardı.
Yarışmaya 724 şiir katılmıştı ve bu 734 şiir içerisinden
Mehmet Akif’in muazzam duygu yüklü, kişiyi heyecanlandıran
titreten İstiklal Marşı yarışmayı kazanmıştı. O dönemin Milli
Eğitim Bakanı olan Hamdullah Suphi Tanrıöver Büyük Millet
Meclisi’nde okudu. Büyük bir coşku ve heyecan yaratan İstiklal
Marşımız Meclis’te tam 2 kere okunmuş ve her seferinde ayakta
dinlenmiştir. 12 Mart 1921 tarihinde İstiklal Marşı, Milli Marşımız
olarak kabul edilmiştir.
Mehmet Akif Ersoy İstiklal Marşını Türk Milletinin büyük
bir eseri saymış ve bu eserden tek bir kuruş dahi menfaat elde
etmeyi kesin bir dille reddetmiştir.
İstiklâl mücadelesinin başladığı ilk günlerden itibaren gazete
yazılarıyla, vaazlarıyla, hutbeleri ve şiirleriyle halkın mücadele
bilincine ulaşması için elinden geleni yapan Mehmet Akif,
İstanbul’da durmamış ve Anadolu’yu belde belde, köy köy
dolaşarak bu mücadelenin sadece Türk Milletinin mücadelesi
olmadığını, savaşın kaybedilmesi durumunda İslam’ın da son
kalesinin elden gideceğini anlatmıştır.
Halkın bilinçlenmesinde faaliyetleriyle büyük emek sarf
eden Akif, 1920’de Büyük Millet Meclisi’ne Burdur Milletvekili
olarak girmiş ve mücadelenin ruhunu, gerçek mahiyetini bu defa
da halkın temsilcilerine anlatmaya çalışmıştır. Çünkü milletvekillerin bir kısmı büyük ümitsizliğe kapılmışlardır. Mehmet Akif,
Ankara’daki günlerini Taceddin Dergahı’nda geçirirken, Bunun
üzerine zafere en fazla inanmış ve bu inancı her fırsatta dile
getirmiş olan Akif, İstiklâl Marşı mücadelesini âbideleştiren şiiri
yazmaya başladı. İman ve ümit, Akif’e marşı yazmaya iten iki
temel güçtür. Taceddin Dergahı’nda bir gece yarısı yaşadığı his
yoğunluğu esnasında, rivayetlere göre bir kalem aramış, bulamayınca da eline geçirdiği bir çiviyle bağımsızlık heyecanının doruk
noktasına çıktığı mısraları, hemen kaydetmek telaşıyla duvara
kazımıştır:
“Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.”
Akif, son günlerinde, hasta yatağında yatarken kendisine
İstiklâl Marşı için “Acaba yeniden yazılsa daha iyi olmaz mı?”
diye bir sual sorulmuş. Akif’in cevabı, bu marşın neyin destanı,
neyin mahsulü olduğunu anlatacak bir vecizedir:
734 şiir yollandı Meclis’e. Sadece 6 adeti kaldı oylamalara
ama Mehmet Akif Ersoy ucunda ikramiye olduğu için kabul
etmiyordu yazmayı. Bunu bilen Ersoy’un arkadaşı Hasan Basri
Bey (aynı zamanda Balıkesir milletvekili ), Hamdullah Suphi’nin
yardım ricasını kırmayarak Mehmet Akif’i marşı yazmasına ikna
etmiştir. Şöyle ki:
Hasan Basri Bey ile
Mehmet Akif Ersoy, Hasan
Bey’in evinde bir akşam otururken Hasan Basri Bey eline kağıt
– kalem alıyor. Kağıdın üzerine
dikkatlice eğilerek bir şeyler
yazıyor. Bu durum Akif Bey’in
dikkatini çekiyor ve soruyor: Ne
yazıyorsun? ‘İstiklâl Marşı
yazıyorum’ - ‘Seçilecek şiire
para verilecek, içinde para olan
bir şeye nasıl katılırsın?’
Ve Basri Bey Marşımızın
yaratıcısını harekete geçirecek o
cevabı verir: Yarışma kaldırıldı.
Seçilen şiire para verilmeyecek.
Milli Eğitim Bakanı bana bu
konuda güvence verdi.
Bunun üzerine Mehmet Akif
duruyor ve bir şeyler aranıyor.
Gaz lambasını kaptığı gibi
çalışma odasına geçiyor sonunda.
Basri Bey, Akif Bey’in bu
hallerine alışık olduğu için – ne
zaman şiir yazacak olsa bu
krizleri tutarmış diye karışmıyor.
Yalnız içeriden gelen gelen acı
acı sesler onun merakını iyice
kamçılıyor. Sessizce bekliyor ve
tıkırtılar kesilince içeri giriyor.
Giriyor ki Mehmet Akif Ersoy’un
tırnakları kan içinde ve çalışma
odasının duvarında şu cümle;
“ Korkma! Sönmez
bu şafaklarda
yüzen al sancak”
O geceden sonra 12 Mart 1921’de teslim
edilmek üzere İstiklal Marşı tamamlanıyor.
İstiklal Marşı’nın kabulünün ardından
Mehmet Akif Ersoy’a ikramiye takdim
ediliyor ama o yeniden geri çeviriyor. Oysa ki
buna ihtiyacı var çünkü o zamanlar 8 çocuğa
bir memur maaşı ile bakmaya çalışıyor. Geri
çevirmesinin nedeni de açık: Kahraman
milletine hediye ediyor marşı!
İstiklal Marşı’nın ilk hali Arap alfabesiyle yani o zamanın Türkçesi olan Osmanlı
Türkçesi ile yazılmıştır. İstiklal Marşı ilk
olarak Ali Rıfat Çağatay tarafından besteleniyor, 1930 yılına kadar kabul edilen ve
kullanılan beste Osman Zeki Üngör’ün
1922’de hazırladığı yeni besteye yerini
bırakıyor.
İstiklal Marşı Tahlili ve Mehmet
Akif Ersoy’un şiir anlayışıyla ilişkisi
İstiklal Marşı 10 kıtadan oluşuyor. Marş,
9 dörtlük 1 beşlikten oluştuğu için bölümlere
dörtlük demek yerine kıta demek gerekiyor.
Mehmet Akif Ersoy, eski şiire bağlı
kalan bir şair olduğu için marşımız da eski
düzene tabiidir. Şiirde zengin ve tam uyak
kullanılırken sanıldığının aksine hece vezni değil aruz vezni (
Osmanlı zamanında kullanılan kaynağı Doğu’ya dayanan ölçü
tipi) kullanılmıştır.
İstiklal Marşımız “Korkma” diye başlar. Peygamberimiz Hz
Muhammed’in (SAV) hicreti esnasında onun peşine düşenlerden
korunmak amacıyla bir mağaraya girmişlerdi, Ebubekir’in çok
korktuğunu gören Hz. Muhammed, onun omzuna dokunarak: "Ey
Ebubekir! Korkma! Hiç şüphesiz, Allah bizimledir!" buyurmuştu. İlk dizedeki “Korkma” buna işarettir. Aynı zamanda
halkına gerçekten korkmaması gerektiğini söylemektedir.
Devamında “Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son
ocak” diyecektir Ersoy. Anadolu topraklarında bir tek ocak
kalıncaya kadar savaş olacaktır diyor, son nefer son fert son insan
kalıncaya kadar Anadolu’nun kendisini savunacağını; vatanı için
kendini feda edeceğini hatta ettiğini vurguluyor. Savaştan yeni
çıkan bir toplumun yüreğine en çok dokunan dizelerden birisidir
bu..
İkinci dize “Nazlı Hilal” diyerek bayrağa seslenen Ersoy,
onun vatana küsmemesini söylüyor. Harika bir teşbih ile onu çatık
kaşlı birisine benzetiyor ve haykırıyor: “Çatma kurban olayım
çehreni ey nazlı hilal!”
Üçüncü dizede özgürlüğünü haykırıyor Şair. Şairimizin bu
duygusu, Safahat’ta bulunan Çanakkale Şehitlerine adlı şiirde de
var. Türk’ün, milletin hep özgür olduğunu, özgür olacağını
söylüyor.
Dördüncü dize, “Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı
duvar” derken Avrupa’nın tankından tüfeğinden bahseder.
Onların ne kadar kalabalık olduğunu çelikten duvar diyerek tarif
eder. Devamında da der: “Benim iman dolu göğsüm gibi
serhaddim var” ki bu da Akif’in dini duygularının dışa vurumudur. “Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar” derken
müthiş bir kinaye yapar. Hem ulumak eylemini kullanır ki
Avrupa’yı tek dişi kalmış uluyan bir canavara benzetir hem de
Türk milletine “yücesin, büyüksün” der. Devrinde Avrupa’nın
medeniyet eşiği olmasını da eleştirir “‘Medeniyet!’ dediğin tek
dişi kalmış canavar?” diyerek…
Tüm 10 kıtada sürekli bir seslenme, bir nida vardır ki bu da
çok güçlü bir lirizm verir marşa. Türk Milletine, Anadolu’ya,
gelecek nesile, bayrağa seslenir; adeta şiiriyle konuşur şair. Öyle
ki beşinci dize de “Arkadaş” der ve öğütler “ Yurdumu alçaklara uğratma sakın!”
Altıncı dizede “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme” der;
şehitlerimizi, şehit kanları ile sulanmış topraklarımızı hatırlatır
bize. Çanakkale’de, Sarıkamış’ta, Kütahya’da, İzmir’de ve
Anadolu’nun her karışında vatan için ölen yiğitleri, anaları,
çocukları hatırlatır.
Yedinci kıtada vatanı bir cennete benzetirken, sekizinci kıtada
vatanda dalgalanan bayrak yanında ezanları da ister. Bu tam bir
Akif ideolojisidir. O asla Anadolu’yu ezansız düşünemez, Türklükten ya da kavmiyetten önce hep din gelmiştir onun için.
Dokuzuncu kıtada şehitlik mertebesinden bahseder; şehitlerin
dirilmesinden bahseder. Şehidin mezar taşının bile – ki o da varsa
diyor; varsa diyor çünkü bu topraklarda mezar taşı olan şehit şanslı
sayılıyor - secdeye kapandığı ama şehidin başının layık olduğu
yere yani göğe mutlaka ereceğini söylüyor.
Son kıtada yine bayrağa sesleniyor ve o müthiş dizesiyle
noktalıyor “Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklal”. Son
dize onun hayat felsefesini, vatan anlayışını dile getiren nadide bir
hazinedir..
Mehmet Akif Ersoy, bu marşı Safahat kitaplarına almıyor
çünkü bu marşı “Milletin Marşı” olarak niteliyor; kendisinin
saymıyor. Büyük bir alçak gönüllülük ve mütevazilik...
Trend Haberler
Burdur'u üzen ölüm! 13 yaşındaki Hidayet hayatını kaybetti
Burdur’da Eski Eşini Öldürmüştü! Mahkemede Neler Yaşandı?
Burdur'da Genç Yaşta Hayatını Kaybetti
Burdur'un En Eski Eczacısı Hayatını Kaybetti
Gökçebağ Ortaokulu Öğrencisi Hayatını Kaybetti
Helikopter Kazasında Vefat Eden Şehit Selçuk Saykal